Yağmurun kimseye sorgu sual
etmeden, deniz sularının üstüne süzülerek inişini görüyordu kadın, rüzgâr da
vardı. Saçları kendine ihanet edercesine bir oyana bir buyana savruluyor, o da
istikrarlı bir halde hep o sulara gözünü dikmiş, oradan bir şey bekliyordu.
Arkasına dönüp baksa, ortalığı kasıp kavuran o fırtınada bir şey de
göremeyeceğini anlıyor ve fırtınaya inat önündeki deniz sakince duruyordu.
Kadında kendisinden aldığını iade etmesi için sabırsızlıkla onun başında
bekleyişini sürdürdü. Fırtınanın hırçınlığından değil denizin sakinliğinden
ürktü. Fırtına artıkça arttı, kadın hiç hissetmez oldu. Küçük adımlarla
yaklaştı suya, bir adım daha atsa, kavuşacaktı oğluna. Son adım kaldı geriye,
gayret etti. Fırtına da ona inat iteledi onu geriye. O da inat ediyordu, birden
her şey sessizliğe büründü, sanki ona bir şeyler duyurmak istercesine.
Anne, anne.
Oğlum dedi kadın, tekrar tekrar oğlum.
Oğlum dedi kadın, tekrar tekrar oğlum.
Bir çocuk gülüşü bir sis yumuşaklığında
yavaştan ortalığı kapladı. Meleğim nerdesin? Çocuk gülüyordu, kadın da gülüşe bıraktı
kendini. Oğlum dedi tekrar gülerekten. Karşılıklı gülüyorlardı, ama kadın bir
türlü oğlunu göremedi.
Nerdesin bebeğim?
Anne yanlış dedi çocuk ve yine güldü. Ne
yanlış bebeğim.
Anne ayağın!
Gayri ihtiyari ayağına baktı kadın. Bir
ayağı denizin ucuna gelmiş öyle durmaktaydı kıyıda. Bekledi öylece, istedi oğlu
konuşsun.
Anne dedi tekrar çocuk.
Oğlum.
Bana ne derdin?
Ne derdim bebeğim.
Çocuk daha çok güldü. Kapıdan çıkarken
ilk sağ ayağınla çık derdin Anne.
Hatırladı kadın, o küçük ayaklara okşaya
okşa giydirdiği ayakkabılarını, oğluna değil de ayağa konuşarak, güzel ayaklar,
içinizden ilk önce kapıdan sağ ayak çıkacak, arkasından sol ayak der ve oğluna
dönerek, onlar anladı dediklerimi, şimdi nasıl yapacaklar söylenenleri bak
şimdi dediğinde, oğlu da annesinin kendisine belirlediği o adımları atardı
kapıdan çıkarken. Kadın kendince, çocuğa hem yönleri öğretmiş oluyor, hem de
nedense kendisinin de anlamadığı anne babasından öğrendiği, kapıdan ilk önce
sağ ayakla çıkılır batılını bir ritüel gibi her zaman gerçekleştirerek onun
beynine kazımaya çalışıyordu. Çocuğuna hatırladım bebeğim dedi. Seni üzdüm mü?
Çocuk, bir yandan gülüyor, bir yandan
Anne o ayağını çek diyordu. Hemen değiştiririm dedi kadın.
Hayır Anne kapıdan çıkma sen dedi usulca
kulağına, kadın hisseti nefesini, şaşkın ve perişan bir halde kaldı orada.
Gülen çocuğun, birden ağlaması duyuldu.
Oğlum, bebeğim, neden ağlıyorsun,
bekledi sonra, bebeğim. Nerdesin, bak ben burdayım Annem ağlama, ben geleyim
nerdesin?
Kadın bunları söylüyor bir yandan
perişan bir halde o fırtınada bir o yana bir bu yana koşuyordu. Ses uzaklaşmaya
başladı, kadın iyice perişan oldu, tek bakmadığı yer denizdi, seste o taraftan
uzaklaşıyordu, denize tekrar yaklaştı, üstünü çarşaf gibi birden karanlık
sardı. Önünde beliren kayığın, suyun üstünde süzülerek o karanlığın içinde
kayboluşunu, dehşetle açılmış gözleriyle takip etti. Elinden kayıyordu işte,
bunun üzerine ciğerinin yanan ateşini, göklere duyurmak istercesine çığlık
çığlığı ağlamaya başladı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da o kayığın peşinden
giden ruhunu kıskanıyordu. Sarsılmaya başladı, yer gök birden. Annesinin
sarsmasıyla, gözlerini açtı, görüp görmediği belli olmayan donuk gözlerle
karşısındakine sen kimsin dercesine baktı.
Yaşlı gözlerle ona bakarak, tamam kızım
tamam bebeğim diyen annesinin, sarmalayan kolları arasında sakinleşinceye ve
ruhu yerine yerleşinceye kadar bekledi. Rüyaydı her şey, çocuğu öleli bugün tam
bir sene olmuştu. Rüyada olsa gelmedi, olmayacağını bilse de denizden çıkar
gelir diye hep bekledi, yine gelmedi. Bugün geldi, hiç istemediği bir zamandı
onun için, rüyada da olsa bugün istemiyordu onu. Neden geldin, neden dedi kaç
defa. Annesi sen ne diyorsun kızım diyerek saçlarını okşadı kucağında. Beynini
ve kendisini toplamalıydı, bir yere geç kalmış gibi aceleyle annesinin
kucağından ve yatağından sıyrıldı.
Ne oldu dedi Annesi, İşim var. Ne işin,
biraz önce ağlıyordun, şimdi işin olduğunu söylüyorsun. Konuş kızım benimle,
kaçıyorsun, sorulardan, kendinden kaçıyorsun, neden?
Anne lütfen.
Yüzleşmek zorundasın gerçeklerle. O
gitti kızım. Gitti. Bekleme.
Anne yapma bunu bana.
Yine o kıyıya gidiyorsun işte. Ama
boşuna kızım. Anne oğlum geldi bana bugün.
Annesi hiçbir şey sormadı. Evet
inanmıyorsun bana, ama geldi. Gerçi kendisini göremedim ama sesini duydum, o
dünyalar güzeli sesini. Annesi yataktan doğruldu kızına tekrar sarıldı. Kızı o
zaman, Anne ben iyiyim inan. Bugün güzel bir gün olacak inan diyerek dolabına
yöneldi ve giyinmem gerek izin verirsen deyip kıyafetlerini incelemeye koyuldu.
Anne üzgün, kızı kendisine,
arkadaşlarına, tüm dünyaya karşı bir duvar örmüştü torunu öleli. Keşke derdi
her zaman keşke, o gün torununu gezmeye çıkarmak istemeseydi. Onları çıkardığı
yetmemiş gibi torununu kızıyla deniz kenarında gezdirirken, komşusuyla arasında
olan ve yanlış anlamadan kaynaklanan bir sorunu kızınla konuşmak ve ondan fikir
danışmak istemeseydi keşke. Öyle bir sohbete dalmışlar ki, torununun kaşla göz
arasında kaybolduğunu fark edememişlerdi ve hayatta dönüşü olmayan ölümcül
hatalardan birini yapmışlardı. Geride bıraktıkları o güne döndüğünde, kızı
aniden irkilmiş, ne oldu bir şey mi oldu sorusuna kızı da, etrafına bakınarak,
Anne oğlumu görüyor musunla cevaplamıştı. İkisi de telaşlandı birden, Anne
ilerlerde ki yeşillik alana koştu, orada oynaşan köpeklerin başındadır diye,
büyük anne arkasından, yoktu orada, tüm çevre bağrıla çağrıla arandı. Yok. Tüm
vücudu zangır zangır titreyen kızını sakinleştirmeye çalışıyordu anne, bu arada
polisi aramayı unutmuşlar telaştan. Etrafında toplananlardan biri akıl etti
nice sonra, polise haber verilebildi. Hava hafiften kararmaya başladığında hala
bulunamamıştı, sendelemeye başladı Anne, Büyük Anne çok perişan, sinirinden
kendi ağzına vuruyor, bir yandan ne konuşursun, ne sohbet edersin, torunundan
gözlerini ayırmasaydın salak kadın diye diye vurmalarını rutin hale
döndürüyordu.
Çevredekiler sakinleştire bilmek için,
denizin kenarında o oturdukları banka götürdüler dinlensin diye. Arama devam
ediliyordu, kızı nerde anne benim çocuğum nerde olabilir diye bir umutla
annesine bakıyordu. Cevap veremiyordu kadın. Birden etrafında ki kalabalıkta
sesler kesildi. Büyük Anne fark etti hemen, kızı kendi kendine sorular
sormaktaydı hala, nerde olabilir nerde olabilir diye sayıklıyordu sanki. Kadın
elini, kızının eline koyarak sıktı. Kızı ona baktı ümitle, annesi ileri
bakıyor, hemen çevirdi başını, önünde ki duran kişilerin sessizce
çekildiklerini fark etmemişti telaştan. Kalan birkaç kişide o sessizliğe
takılarak meydanı sanki onlara bıraktılar. Büyük Anne ayağa kalktı, kızı
kalkamadı yerinden, suyun üstüne yüzen o alaca karartıyı, fosforlu bir saat
tanıtıyordu onlara. Oğlunun çok istediği saatti o ve demişti, ne olur Anne, al
onu bana, bak kaybolursam onun ışığınla bulursun beni demişti gülerek.
Bugün tam bir sene oldu dedi Büyük Anne,
kızı hızla kapıdan çıktıktan sonra yanına gelen komşularına. Ne yapacağımı
bilemiyorum, tüm suç bende, ama suçun bedeli nasıl ödenir onu bilemiyorum, bu
borcun ipi boynumda asılı olduğu sürece rahat yok bana diyerek çaresizliğini anlatmaya
çalışıyordu kendince. Kızı gidiyordu, hızlı hızlı, ilk önce bankaya uğradı, tüm
parasını havale etmesi gereken yerlere gönderdi. Yardım kuruluşlarıydı burası.
Uğradı sonra oğluna, okşadı kara toprağını, dualar etti, fazla durmadı, sadece
ayrılırken fısıltı halinde bugün kavuşuyoruz oğlum, az kaldı diyerek yanından
ayrıldı. Sonra, oğlunun denize düştüğü yere geldi. O banka oturdu. Saatlerce
orada kaldı. Yine karardı hava, o günkü gibi. Tam kalkıp, arkasına bakmadan
gitmeye hazırlanırken, yan tarafında suyun içinde bir çırpıntı duydu.
Hemen o tarafa yönelerek oğlum dedi.
Sonra önünden bir beyaz yün yumağının yuvarlanarak denize düştüğünü sandı. O
yumak birden suyun içinde havlamaya başladı, suya batıp çıkmalarla arada
kesiliyordu bu havlayış. Kadının günlerce hayal ettiği ve bir türlü neden ilk
önce oraya bakmadım dediği o suların soğuk kayboluşlarına bıraktı kendini. Bu
sefer izin vermeyecekti, onu kaybetmeyecekti. Çocuk, köpekle beraber bir
batıyor uzun batıştan sonra köpeğin çırpınışıyla yukarı çıkıyordu. Kadın birkaç
kez gözden kaçırdı onları, bu sırada etraftakilerle beraber bir adamla bir
kadının bağrışlarının kendilerine doğru yaklaştığını duyuyordu o suların
içinde.
Bir yandan çocuğu kurtarmaya uğraşırken,
bir yandan şerit gibi bunları kaydediyordu beyni. Sularda boğuşurken,
düşünceleri de kendisiyle boğuşuyordu, insanoğlu ne garip bir varlık diye
düşünerek, ölmek istersin ölemezsin, ölmeyeceğim dersin sabahın ilk ışıklarıyla
salanı belki de nerede olduğun belli olmayan bir yerden dinlersin dedi kendine.
Çocuğu yakaladı, çekerek kıyıya götürdü, oraya toplanan insanlara verdi onu,
çocuğu çekerlerken, onu bırakmamak için paçasına dişlerini geçirmiş, denize
yuvarlanan yün topunun gözündeki mutluluk ışığını gördü o karanlıkta.