Çiçekleri tek tek, bir çocuk başı okşar gibi okşadı. Menekşeler, kokusu, rengi, narinliği ile onu masumiyetlerin en tepesine çıkarıyor. Nedenini bilmediği bir duygu. Bu çiçek ona masumiyet yanında bir de hüzün getiriyor.
Bu sırada karşı binanın önünde eşya yüklü bir kamyon durarak beklemeye başladığını gördü. Yeni komşular galiba diye düşündü. Evet evet kesin, yeni komşular. Sonra bekleyen kamyonun önünde bir araba durur ve içinden bir adam iner. Başka inen yok mu diye, şöyle aracı incelemeye alır Leman Hanım.
Araba biraz ilerde olduğundan mıdır yoksa gözleri de uzağı göremediğinden midir, aracın ön tarafında birisi olup olmadığını kestiremez ama arka tarafta gölgeler olduğunu fark eder. Meraklanır, biraz balkonda oyalanmayı yeğler. Hiç yapmadığı hareketti aslında birilerini izlemeye almak. Nedense yeni gelen dikkatini çekmiştir; belki adamın külhan beyi yürüyüşü, belki de kimseye aldırmadan orasını burasını kaşımak için sürekli bir yerlerine el atmasıdır dikkatini çeken, yok dedi bu kadar basit olamaz, şu gördüğü birkaç dakikada da bu adam niye kendisine bu kadar itici geldiğini çözemez Leman Hanım. Araçta gördüğü gölgeler dışında, ortada ne bir kadın, ne bir çocuk vardır ve gölgeler onlarsa eğer, araçtan niye inmiyorlar acaba sorusunu sorar kendine.
Sadece inmediklerine mi şaşsın, yoksa çocuk olurda hareket etmezliğine mi! Canım, etmiyorlar işte, taş olup putlaşmışlar sanki. Adam, kamyondan inen beş hamala eşyaları taşıtır. Üç saati aşkın bir zamanda kamyonu boşaltırlar. Bu sürede kendine çay yaptı, demledi ve ağı ağır yudumlayarak onları seyretti Leman hanım. Ve Arabadan kimsecikler inmedi şu ana kadar. Tüm eşyalar taşındı, yerleştirildi ve işin bitimiyle de rahat nefes alan işçiler, bir canlılıkla kamyona doluşarak oradan ayrıldılar. Adam arabaya yaklaştı. Şoför koltuğunun yanındaki yerin kapısını açtı ve bir kadın dışarıya çıktı. Elinde küçük bir menekşe saksısı. Biraz ürkekçe, etrafa göz ucuyla bakar. Bir bakan var mı gibisinden. Karşı balkonda, onu meraklı gözle izleyen, Leman hanımın bakışıyla karşılaşır birden, irkilmiştir. Leman hanım, başıyla hafiften bir selam verir. Kadının mimikleri, ne yapsam acaba der gibi bir tereddüt yaşar, alel acele yanına gelen adama çaktırmadan selamı alır. Adam, kadının kolunu tutmasıyla, o kol tarafına hafifçe eğilir kadın ve sürükler tarzında çekmeye başlar. Sonra arabanın arka kapısına yönelerek kapıyı açar. Oradakinlere çıkın gibisinden bir işaret yapar. “Aman Allahım, bu ne güzellik böyle” İki tane çocuk, bir kız bir oğlan, aynı yaşta görünüyor, ikiz bunlar kesin dedi içinden Leman Hanım. Dışarıya çıkan çocuklar, güneş ışınlarının gözlerini kamaştırmasından değil de, babalarının gölgesinin verdiği karartıdan korunmaya çalıştıkları hissiyle, ona bakarlarken gayri ihtiyari ellerini gözlerine siper ederler. Zaten dereye düşen yavrularını kurtarmaya çalışan anaç kedi havasında, yavrularının yanında olduğunu hissettirmek amaçlı adamın önüne geçen kadın, elindeki küçük çiçeği oğlana vererek, onu bir yanına, diğer çocuğunu da öbür yanına alarak ellerinden tutup binaya doğru yürümeye başlar. Adam hiç oralı değil. Çocukların birisinin de elinden de ben tutayım demek falan yok. Hatta arada bir kadının kolunu dürtüyor çabuk yürü der gibisinden.
Leman hanımın gözü adamı hiç tutmadı. Giyimi konuşuyor sanki, ben erkeğim erkek, görmeyen görsün, duymayan duysun tarzında. Gömlek yakası aşağılara kadar açık, düğmelenmemiş, hele ne o ayağında ki yumurta topuk ayakkabı, üstelik üstüne de basmış ayakkabının. Elinde ki tespihe ne demeli. Derviş desen değil, adam desen ……! “Allahım, gücüne gitmesin ama bu adamla bu kadın oluyor mu şimdi?” diyerek göğe bakar Leman hanım, cevap beklercesine.
Ses gelir; Yan daireden komşusu Dilek çıkar birden balkona, “Leman ablam bakıyorum saatlerdir balkondasın”
“Evet, biraz güneşleneyim dedim.”
“İyi etmişin, fazla kalma, fazlası cildine zarar verir. Bakıyorum çayları götürüyorsun, bize yok mu?”
“Olmaz olur mu gel hadi, karşılıklı içelim.”
“Şaka ablam, sen iç ben daha yemek yapacağım, birkaç çeşit yapayım da hafta içi zorluk olmasın bana. Çalışınca uğraştırıcı yemekleri hafta içi yapamıyoruz işte bildiğin gibi.”
“Bilirim ablam bilirim. Abinde sarmalara dolmalara bayılırdı. Sen gibi ben de, hafta sonları hazırlayıp atıyordum dipfrize işte. Öyle idare ettik bizde yıllarca. ”
“Yeni gelenleri gördün mü, Leman ablam.”
“Gördüm.” “Bir tuhaflar gibi geldi bana, arada bir baktım pencereden de.” “Ne gibi?”
“Koskoca bir kamyon eşya boşaldı. Kadın hiç arabadan inmedi vallahi. Milletin canı ne kıymetliymiş.”
“Belki adam istememiştir.”
“Neden istemesin ki?”
“Bilmem, benim ki sadece bir düşünce.”
“Olabilir mi ki! Aman bize ne canım. İnşallah iyi komşulardır da arada bir laflarız onlarla, ne dersin?”
Leman Hanım sohbeti fazla uzatmak istemediğinden, tek cümlelik “bakalım” sözüyle noktayı koymak istemiş, sonra baştan sağmış bir cevap olacağını düşünerek, noktayı kaldırıp yerine noktalı virgül koyarak , “Dilekçiğim dediğin doğru bak cildim yanmaya başladı şimdiden, fazla durdum galiba dışarıda, içeri gireyim ben artık” sözünden sonra, noktaya temel attırmıştır.
“Bence de hemen gir içeri sen ablam ya, ben de yemeklere devam edeyim, kızartma yapacaktım, bak şimdi canımı çektirdin bir de dolma yapayım ekstra. Ayrıca abime de getireyim bir tabak, olur mu?”
“Gerek yok Dilekçiğim, dolmayı ben yaptım, olmadığında ikram edersin.” “Tamam o zaman, çaya bir gün beklerim ablam, görüşürüz” diyerek gelecek cevabı almadan telaşlı telaşlı içeriye girer Dilek.
Leman Hanım, kollarına bakarak bayağı kızarmış düşüncesiyle elini, hafiften kollarının üzerinde gezdirir. Zaten bir insanın başına ne geliyorsa, meraktan gelir dedikleri bu olsa gerek” diyerek kendine kızmış olarak içeriye girer.
Günler geçiyor, yeni gelen komşusunu birkaç defa balkonda görmüşlüğü ve hoş geldiniz diyebilmişliğine karşılık, kadının hoş gördük cümlesi dışında karşılıklı başka laf edememişlerdir. Çünkü, kadın sözünü bitirir bitirmez, hızla içeriye girmiştir hep. Bu kısacak zamanda bile sanki gözünde bir morluk fark eder gibi olmuştur Leman Hanım. Bana mı öyle geldi acaba diye düşünmeye başlar. Komşuları balkonda olduğu zaman, kadının dışarıya çıkmamaya gayret ettiğini sonradan anlayacaklardır komşuları. Herkes içeriye girdikten sonra alel acele balkona çıkar, o da ya çamaşırlarla işi vardır ya da balkonu hızlı hızlı yıkadığı anlardır.
Ya o çocuklara ne demeli, hiç görünmüyorlar. Leman Hanım bazen kendi sorar, ben çocuk gördüm değil mi diye. Yanıldım mı acaba diye de kendisini sorgulardı arada. O balkonda istisnasız hep adamın oturduğu görünür, elinden de hiç düşmeyen o tesbih, habire çekilmekte, o çektikçe önünde baş eğen karanlık, yarenliğinle sarmaktaydı sanki onu.
Haftalar sonra Leman hanımla komşuları, onun evinde buluşurlar. Yeni gelen komşusunu da unutmamış, onu da çağırmıştır. İçinden bir ses, elini ona uzat demektedir sürekli. Bu eli uzatmak amaçlı “Biliyorum, kızım, aslında bizler sana hoşgeldine gelmeliydik, lakin seni rahatsız ederiz diye gelemedik, ben ve komşular seninle tanışmak istiyoruz, üstelik bugün arkadaşlarla da bende toplanacağız, sende gelirsen çok seviniriz” diyerek onu da davet etmiştir oturmaya.
Kadın ürkek, bir o kadar huzursuz olarak “Bilmem ki” der, sonra duraklar, devam eder tedirgince “Gelmek isterim aslında ama yine de Bey’ime bir sorayım.”
Leman hanım “Tabii kızım sor, ama bak bir yerlere çıkmadığını görüyorum, sana da bir değişiklik olur” diyerek onun tedirginliğini gidermeye çalışır.
Buluşma günü, oturmanın sonlarına doğru gelebilir kadın. İsminin Ayşe olduğunu öğrendiler. Onlar sohbet ederken, kadının, ağzından bir laf kaçırırım der gibi acılı suskunluğuna şahit oldular. Ve bakışlarıyla, ona yardımdan çok, bilmeden onu ezdiler. Buna dayanamayan kadın, en son o geldiği halde, en erken o kalktı misafirlikten.
“Ben gideyim, eşim erken gelebilir” diyerek, kanadı kırık bir kuştu misali, yüreği ha uçtu, ha uçacak. Leman hanım misafirini uğurlamaya çıkar. “Kızım, bak bir sıkıntın olursa her zaman gelebilirsin, gördüğüm kadarıyla da sen sıkıntıdasın, diyerek onun kollarında geçmeye yüz tutmuş morluklara bakar hissettirerek. Çekinme olur mu?”
“Yok abla, Allaha şükürler olsun, sıkıntım yok benim, çok iyiyiz biz. Benim duruşum biraz soğuktur. Soğuk yapılıyımdır ben. Hemen kaynaşamam insanlarla” sözünü, ben suçluyum, başkası değil demek istercesine, her kötünün sebebi olarak kendisini göstermeye çalışır anlamsızca. “Görüyorum, gözündeki , kollarında ki morlukların geçmekte olduğunu, kapatmaya çalışmışsın kremlerle ama ben buradayım diyor sen ne kadar onu kapatmaya çalışsan da kızım.”
Yutkundu Ayşe, gözleri doldu “Çocuklar uyanmak üzeredir, gideyim ben.” “Git kızım, git” diye bildi sadece. Koşar adım gitti Ayşe.
Leman hanım, kardeş gibi ısındı ona. O da Leman hanıma. Sonra anlattı her şeyi, tek tek. Kocası şizofrenmiş, evlenirken söylememişler. Kocasının ailesi, evleninceye kadar herkesten saklamışlar oğlanlarının durumunu. Bir an önce bir yuva kursun istemişler. Evlenirse durumu belki düzelir diye düşünmüşler. Halbu ki doktoru demiş onlara, iyileşmeden olmaz. Evliliği yapamaz. Şüpeci bir insan, eşinin her davranışından huylanır, hep acabalarla savaşır. Sadece eşi için geçerli bir durum değil, herkesten şüphelenir bu durumda ki kişiler. Tedavi olmadığı sürece, karşısındaki kişiye zarar verir demişler. Aileye göre, erkek adam evlenmeli hemen. El alem ne der. Olmaz tabi ki, sonra da tedavi olurmuş oğlanları onlara göre. Oğlanlarının yaşı gelmiş. Haber salmışlar her yere. Sonunda tanıdıkları haber vermiş, bir komşusunun kızları varmış. Güzel mi güzel, hanım mı hanım. Lakin biraz durumları fakirmiş. Bu durum kız arayanların işine daha çok yaramış. Oğlanlarının durumu ortaya çıktığında, kız en azından başını alıp gidemeyecek nasılsa. Mecbur o zaman bizim oğlumuza katlanmaya diye düşünürler.
Haklıda çıkarlar. Ayşe gidemez baba evine. Nereye gitsin, bir başına değil ki artık. Bir baş gitti. Üç baş oldu. Çocukları ikiz. Onları bırakıp da gidemez. Onları getirse, babasının gücü hepsine bakmaya yetmez. Mecburdur çekmeye. Kocası evliliklerinin daha ilk haftasında başlar hemen, sağına bakma, soluna bakma. Baktığını gördüm, sen ona kaş göz mü ettin, sen ona kuyruk mu salladın. Şoktadır Ayşe. Sen ne demek istiyorsun. O ne biçim söz öyle” der demez, bir yumruk iner gözüne. Sonra çeker gider kocası. Kocasının ailesiyle aynı evde oturmaktalar. Kaynana, kayın baba koşar gelirler hemen. Gelin yerde serilmiş halde yatıyor. Kaldırırlar. Gözüne buz koyarlar. Bir haftalık gelindir daha. Kızım der kaynanası, sen gücenme, başka bir şeye kızdı herhâlde. Bir daha yapmaz benim oğlum. Üzülme sen diye onu teselli etmeye çalışır. Kayın babası “Öyle deme hatun, anlatalım her şeyi gelinimize, bu böyle olmaz. Beni soktunuz o kadar günahın içine, susamam artık” diyerek oğlunun psikolojik rahatsız olduğunu ama tedavisinin sürdüğünü anlatır ona. Anlatır ki bir daha yaptığında hazırlıklı olsun gibilerinden. Ayşe yapmaz belki bir daha diye düşünür. Ne gezer. O bir yumruk, sonra iki yumruk olur, sonra işin içine tekme tokat girer, aylar yılları kovaladıkça, darbeler artar vücudunda. Kayınbaba dayanamaz, oğluna “Seni gözüm görmesin artık” diyerek evden kovar.
Ben gidersem, ailemi de götürürüm diye restini çeker. Aklı sıra torunlarından ayrılamaz anamla babam diye düşünür. Onlar yorulmuşlardır her gün gelinlerinin odasından gelen tekme tokat seslerinden, ama oğlanları yorulmamıştır. Yorulmaya, durmaya niyeti yoktur. Hata ettiklerini, bir cana bilerek kıydıklarını anlarlar. Ama iş işten geçmiştir kendilerine göre. “Götür, aileni de götür” derler. Halbu ki onlarda kaçmaktadır, her suçlu gibi. İşte o mahalleye bu durumlardan sonra gelmişlerdi. Ve Ayşe’nin gözündeki morluklar başındaki yarıklar artmaktaydı günden güne. Leman hanım olsun, diğer komşular olsun, kaç kere kocasının elinden almışlardı onu.
Ayşe yine ses çıkarmaz. Çocuklarının hatırına mıdır katlandığı veya eşinin bir daha yapmayacağım sözlerine inancı mıdır bilinmez hep affeder eşini, hep eve döner. Pencereleri, siyah perdelerle kaplı o eve.
Bir gün Leman hanım dayanamaz “Kızım ne yapıyorsun sen? Söyle, canına mı kastın var?”
“Ne yapayım ablam.”
“Ailene git.” “Bakamaz babam bizlere.”
“Çalış, sana çevremizden iş bakalım.”
“Rahatsız eder her yerde eşim. Üstelik şizofren, deli raporu var. Öldürse beni, ailemi, çocukları, elini kolunu sallaya sallaya çıkar gider. Kimse de dur diyemez.”
“Sığınma evleri var. Koyalım seni, çocuklarınla beraber. Bir şey yapamaz sizlere. Güven bana.”
“Yapamaz mı?” “Kesinlikle?” Gözlerinde bir pırıltı belirir Ayşe’nin. “Olabilir mi aslında diyerek, kendine soru sormaktadır, düşünür biraz,”
Denemekte yarar var. Ben niye korkuyorum ki bu kadar. Çocuklara zarar vermesin diye duruyorum yanında, ne malum gece çocuklarıma zarar vermeyeceği.”
“Tabi kızım. Delinin hararı gararı belli olmaz. Bir an önce kurtul bundan. İlk önce kurtulman için, bunu karakola şikayet edelim. Oradan bir sığınma evine gidip sizleri oraya yerleştirelim.”
Ayşe kabul eder. Kurtulacaktır artık bu işkenceden. Sevinç gelir içine. Karakola varırlar. Şikayet eder kocasını, kocasını bulup getirirler. Ayşe’ye yalvar yakar af diler, “bir daha olmayacak” der.
Polislerde bir yandan, “Bacım bak çok yalvardı, adam bir daha sana el kaldırmayacağına söz veriyor, bu adamı bu kadar üzme” diye Ayşe”nin üzerinde baskı kurmaya çalışırlar.
Ayşe, Leman hanıma, diğer komşularına bakar.
Leman hanım “Kızım, Ayşem, yapma, bu bakışı kaç defa sende gördük, ona inanma bakışı bu sendeki. Ama İnanma. Ölüme gitme kızım.”
“Ablam korkma, olacağı fazladan birkaç yumruk daha yerim. Ama son defa denemek istiyorum. Arkama dönüm baktığımda, bunu yapsaydım belki ayrılmazdık demek istemiyorum.”
Bu söz üzerine Leman hanım, Ayşe’ye bir şey diyemez. Sadece yüreği burkulur. Tüm komşular birbirine baktılar ve ona başka bir söz söylemeden
“Gidelim” dediler.
“Gidin ablam, beni merak etmeyin siz. Evlerimiz yakıncık bak. Bir şey olursa, yardım isterim sizden” dedi içtenlikle.
Bu sözün söylenmeyen anlamı, eşine aslında güvenmediği ama çocukları için son bir şans vermesi gerektiğinin bir anlatımıydı bu.
Komşuları giderken hepsi dönerek Ayşe’ye bakar. Kocası önünde diz çökmüş, onun elini tutmuş bir şeyler anlatıyor, bir daha bunları yapmayacağım dercesine.
Ayşe’de onlara bakar, bir menekşe çiçeği mahsunluğunda, ilk geldiği gün ki gibi belli belirsiz bir selam herkese.
Kötü haber, sabah tez geldi kapılarına, tüm komşular üzgün. Ayşe’ yi kocası eve geç vakit getirmiş. Karakoldan sonra, onu bir lokantaya götürmüş.
Lokantadakiler anlatmış; Ayşe çocuklar komşuda, onlar orada korkar dedikçe otur, yemeğimizi yiyelim. Bir daha kısmet olmayabilir böyle dermiş kocası. Niyeti belliymiş aslında ilk baştan. Ceza almayacak ya. Bir daha elinden kaçırır mı avını? Sormuşlar sonra “Niye yaptın bunu” “O nasıl oluyormuş da, komşuda olsa elin kadınları, elin adamlarıyla onu, karakola şikayet ediyorlarmış. Onlar bir olmuş, beni öldürmek istiyorlardı. Ben onlardan önce davrandım. Onu sağ kalmayacak şekilde on yerinden bıçakladım.”diyerek her vuruşunu, tek tek saymış. Sonunda da “Nefsi müdafa yaptım” demiş.
Komşular üzgün, kurtaramamışlardı Ayşe’yi. Ellerinde kala kala, “Kadına yönelik şiddetin son örneği Ayşe …. cinayeti”ni duyuran üçüncü sayfa haber küpürleri kalmıştı ellerinde.
Not:Katledilen Ayşe PAŞALI ve tüm kadınlar anısına yazılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder